31 Aralık 2007 Pazartesi

Mutlu Yıllar


Sinematik Mafia

Mutlu, Sağlıklı,
huzurlu ve sinema dolu
bir 2008 yılı diler.

23 Aralık 2007 Pazar

Harry KILMER & Ken TANAKA - THE YAKUZA 1974


THE YAKUZA"Özürlerimi kabul etmeni diliyorum sevgili dostum"

Robert Mitchum - Harry Kilmer

Harry Kilmer(Robert Mitchum), Pasifik te savaşın kazanılmasının ardından 1949 yılına kadar uzanan bir zaman dilimi içerisinde Japonya'da kalır. Bu süre zarfında Eiko Tanaka(Kieko Kishi) ile beraber aşk yaşar. Talihleri Eiko'nun Yakuza mensubu kardeşi Ken'in (Takakura Ken) kaybolduğu sanıldığı Filipinlerden geriye dönüşüyle değişir. Kızkardeşinin bir Amerikalı ile sevgili olduğunu gören Ken bu durum karşısında utanç duyarak ayrı bir şehire yerleşir. Harry ise yakın dostu George Tanner'den (Brian Keith) aldığı borç ile Eiko'nun kendine ait bir restoran açmasını sağlayarak Japonya'yı terkeder.

Çeyrek asır sonra George Tanner dostu Harry ile önemli bir toplantı için bir araya gelir. Yakuza liderlerinden Toshiro Tono(Eiji Okada), ortadan kaybolan paralarına karşılık Tanner'in kızını rehin almıştır. Tanner, yıllar önce Harry'e yaptığı iyiliğin karşılığı olarak kızını kurtarmasını istemektedir.

Harry dostuna yardım etmek ve vicdan borcunu ödemek için Japonya'ya geri döner. Yıllar sonra geçmişiyle tekrar yüzleşeceği bu yolculuk ta değişmeyen tek şeyin Japonların onuru olduğunu görür.Oysa ki kendi yaşadığı hayat ve etrafındakiler ona daima iki yüzlü davranmıştır ve bunun son örneğide yakın dostu olduğunu düşündüğü Tanner'in iki yüzlülüğüdür. Yakuza'nın ortadan kaybolan paralarını çalan kişi Tanner'in kendisidir. İki ateş arasında ki yalnız kalan Harry'nin,Yakuza için kullandığı kılıcını yıllar önce bırakıp Bushido eğitmenliğine başlamış Ken'in yardımına ihtiyacı vardır.

Onurunu tekrar kazanmak için döğüşen Harry gitgide bir Japon gibi yaşadığının farkına varır ve kader o güne kadar hayatlarını mahvettiğini düşündüğü Ken ve Eiko'ya olan borcunu ödemesini sağlar.

YA + KU + ZA = 20
Yakuza, anavatanı Japonya'da 400 yıla yaklaşan geçmişiyle yaşamın en uç noktasında kendi geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir oluşumdur. Japonya'da merkezi otoritenin sağlanamadığı çağlarda, fakir köyleri yağmacılara karşı koruyan klanın günümüzde ki uzantısıdır. Kökenleri kumarbazlar ve o çağların gang leri olarak nitelendirilebilecek kişilere dayandırılmaktadır. İsmini, Japoncada 8 (Ya), 9 (Ku) ve 3 (Za)rakamlarinin biraraya gelmesinden alır.Toplamda elde edilen 20 rakamı Japonya'da yaygın bir kumar olan Tehonbiki'de kaybeden rakamdır. Günümüzde Samuraylar'ın Bushido'su kadar keskin ve güçlü bir kuralla birbirlerine bağlılıklarını sürdürmektedirler. Bu kural ONUR'dur.




POLLACK & SCORSESE :
Yakuza'nın yönetmeni arayışları esnasında bu görevi ilk olarak üstlenmek isteyen kişi Martin Scorsese olmuştur. MEAN STREETS ile arka sokakların kabadayılarını ele alıp dikkatleri üzerine çeken Scorsese için bu film önemli bir sıçrama tahtası olacaktır ancak yapımcıların Sydney Pollack üzerinde karar kılması bu isteğin hiçbir zaman gerçekleşememesine yol açmıştır.


Hollywood'da filmlerin çekim aşamasında yaşanan bir diğer benzer olay olan rol değişimi Lee Marvin'den Robert Redford'a uzanan bir arayış içerisinde Robert Mitchum ile noktalanmıştır. Marvin'in yönetmen; Sydney Pollack'ın Redford saplantısı bir sonuç vermemiş ve rol Mitchum'un olmuştur.

Mitchum'un filmde 50'li yaşlarını süren bir adamı canlandırdığı göz önüne alındığında bu role Pollack'ın gözde oyuncusu Redford'dan daha çok yakıştığı kesin gözükmektedir. Öte yandan Redford'un o döneme kadar titiz bir şekilde değerlendirdiği tüm performanslarında aykırı, protest bir tavır çizen ancak özünde iyi olduğu su götürmeyen karakterlerine karşılık Mitchum'un erarengiz ve kötü-iyi adam performansına daha uygun bir seçim olduğununda altı çizilmelidir.


KILIÇ ve ONUR :
Filmin Amerika cephesinde yönetmen ve oyuncu arayışı yaşanırken, Japon cephesinde Takakura Ken'in seçiminin alternatifsiz olarak en iyisi olduğu Ken'in ilk çeyrek içerisinde ortaya çıktığı Bushido salonunda görülmektedir.

Japonya'nın Eastwood'u olarak anılan "Gülmeyen Adam" Takakura Ken o dönem de çevrilen pek çok uzak doğu filminde ki gerçek üstü karakterler içerisinde daha doğal ve gerçekçidir. Katana dövüşleri kimi zaman şok eden bir kaç ayrıntıyla (kol kesme, dikine adam biçme, kafa koparma gibi) süslenerek genelinde yavaş ve uzun tutulmuştur. Pollack'ın sinema anlayışı çerçevesinde gore olarak nitelendirilebilecek kanlı sahnelerden ziyade birer saniyelik küçük planlardan oluşan detaylar, genelinde bir melankoli üzerine kurulu olan filmin duygusal yönüne zarar vermemektedir.


Yakuza, batılılar tarafından çekilen doğu filmleri içerisinde en başarılılarından ve bu türün öncülerinden birisidir. Kimi zaman temposu yavaşlasa da Takakura'nın stili Pollack'ın güçlü sinemasıyla birleştiğinde bugün bile izlenmeye değer bir filmi sevenlerine sunmaktadır.


THE YAKUZA'nın Pollack'ın tavandan hareket eden kamera anlatımıyla sunduğu baskın sahnesine, Scorsese'in çıkış filmi TAXI DRIVER'in finalinde Travis'in Iris'i kadın satıcılarından kurtardığı sahnede tavandan hareket edip mekanı gezen kamera ile gönderme yaptığı düşünülebilir.

THE YAKUZA baskın sahnesi:



THE YAKUZA 1987 yılında Son Kahramanlar ismi ile Yeşilçam'a uyarlanmıştır. Filmin başrollerinde Cüneyt Arkın ve Aytekin Akkaya oynamaktadır.

Yazan: Gökay GELGEC - Yojimbooo

2 Aralık 2007 Pazar

Girisimci Mafia - Bölüm: 2


MAFIOSI

Mafiosi, Gioia Tauro ve Reggio Calabria’daki pek çok radyo istasyonunu mali olarak desteklemiştir. Daha önceden de, Radyo-TV istasyonlarının denetimini ele geçirmeye çalışarak özel yayıncılık yapan rakip kişiler arasında, çok sayıda saldırı ve cinayetin gerçekleştiğini gördük.Şimdi ise kendini artık küçük kent pazarlarında ya da Güney eyaletinin bir kentinde değil, filmlerdeki ve televizyondaki imajıyla tamamen uyumlu bir seyirlik olarak “Milletin gözleri” önünde sergileyen mafiosi, sivil toplum ve hukukla olan o namlı çatışmalarının kötü etkilerini azaltan belli bir çekicilik kazanmıştır.

Girişimci mafyanın yaşam tarzını betimlerken onun hala iki ayrı kültür dünyasına ait olduğu gerçeğini gözden uzak tutmamalıyız. Bölgeciliğini yitirmiş olabilir, geleneksel mafıoso’dan davranış ve tüketim bakımından farklı olabilir. Ancak içinden çıktığı kültürün değer ve kurumlarına sıkı sıkıya bağlı bir gelenekçi olarak kalmıştır.

Yerel toplumun kimi sektörleriyle çelişkilerinin artmasına rağmen kendisini,yakın aile bağlarından, klient ilişkilerinden,onurdan,araçsal dostluklardan ve üvey akrabalıklardan oluşan doğal/yerel köklerinden koparmamıştır. Gerçekten de Mafioso servet biriktirme peşinde koşarken geleneksel ilişkileri ve kurumları kendi amaçları için şiddet araçları olarak kullanarak,o kültür dünyasının bir üyesi olduğunu bir kez daha doğrulamıştır.

Girişimci mafioso’yu güçlü bir hayat ve haz duygusunu geliştirmeye yönelten neden, üstün bir gruba ait olmanın dayattığı hedeflere ulaşmaktan çok yakında öldürülebileceği korkusudur.

“Bu insanlar hayran olunacak bir canlılığa ve yaşama sevincine sahiptirler.Asla hareketsiz duramazlar,hiçbir zaman onları aylak göremezsiniz.Bir seferde birkaç işi birden yaparlar,ardından arkadaşları ile yemek yerler,sonra diğer işlerle ilgilenirler,daha sonra sevgililerinden birini ziyaret ederler.

Sonra “kontrol” altına almaları gereken bazı “durum”lar
olur.(…)

Her zaman hareket halindedirler ve saatlerce arabalarıyla yolculuk yaparlar,(…)

Daha sonra sohbet etmek için bir bara giderler.(…)

Bazı akrabaları ziyaret eder ve yine iş görüşürler.(…)

Çoğu çok eşlidir,birçok aileleri ve çok sayıda çocukları vardır.Yerler,içerler,eğlenirler,öldürürler.Her şey hummalı bir telaş içinde yapılır;asla ara verilmez,gevşeklik ve ağırlığa yer yoktur…”


Mafya içi çatışmalarda öldürülenlerin toplumsal statülerini inceleyerek,mafyanın toplumsal kompozisyonundaki bu değişikliğin doğası hakkında ilgi çekici görüntüleri elde edebiliriz

Yerli coğrafyamızda mafya konulu TV dizileri sayesinde, seyircinin tanık olduğu şiddet, işkence ve infaz şekillerinin korku ve felaket filmlerini hatırlatan kareleri, seyirciyi “kurban” ya da “katleden” ile nasıl özdeşleştirdiğini işten eve döndüğüm bir saate, bahçe duvarının üzerine oturmuş, sekiz yaşındaki bir erkek çocuğunun beyaz gömlek, siyah takım elbise giyip büyük gelen pantolonun paçalarını kıvırarak kendine uydurmaya çalıştığını, elindeki minik çakısını bir zincir arcılığı ile parmakları arsında çevirirken “Neden böyle giyindin?” soruma karşılık “Ben mafyayım,çok güçlüyüm!” yanıtı konunun etkinliğinden ve çarpıcılığından ne çok şeyin yitirilmişliğinin kanıtıydı…

Videodream