25 Eylül 2007 Salı

Mike TORELLO - CRIME STORY 1986


CRIME STORY

1980'li yılları yaşayanlar için Don Johson'lu MIAMI VICE akılların bir köşesine kazınan vazgeçilmez bir devirdir. Hayatları ikilemler içinde gelip giden mutsuz polisler ve suçluların güneş ve kanla yıkanmış Miami'nin örgütlü suç dünyasında ki tuhaf serüvenleri, yaşam tarzları televizyon ekranından çıkıp hayatın bir parçası olarak izleyicilerde yer etmiştir.

Elbette ki bu yer edinme günümüzde eğitim gibi birincil önceliklerin eksikliğinden ötürü kafa kesme+ insan öldürme=vatanını sevme(?) gibi toplumsal cinnete yakıştırılan gülünç başlıklar altında olmamıştır. Versace gömlekler, Timberland ayakkabılar, Keten takım elbiseler ulaşılabilir nesneler olarak modaya yön vermiş öte yandan Ferrari, Lamborghini gibi uç noktalarda ki spor arabalara sahip olup bir teknede hayatını sürdürmek ise genellikle iç geçirten bir merhale olarak akılların gizemlerine kazınmıştır.



Michael Mann efsanevi televizyon serisinin ardından organize suç konusunda daha derli toplu bir konsept içerisinde ve daha kişisel bir anlayışla ele aldığı CRIME STORY'i yaratmıştır. 1980'lerin 90'lı yıllara kavuştuğu dönemde televizyonlarımıza konuk olan bu dizi hiçbir zaman MIAMI VICE gibi bir fenomen halini almasada organize suça yaklaşımı ve birbirini takip eden olaylar zinciriyle iki sezon boyunca meraklısı için daha gang bir alternatifi sunmuştur.

1963 yılının Chicagosunda bağımsız soyguncu Ray Luca'nın(Anthony John Denison) yükseliş hikayesi, Amerikada organize suçun ikinci dünya savaşı sonrasında ki yükselişinin; Chicago sokaklarından Las Vegas'a uzanan bir suç imparatorluğu ve imparatorluğu çökertmeye kararlı sert polis Mike Torello'nun(Dennis Farina) hikayesidir.



CRIME STORY, Miami Vice'nin aksiyon anlayışı ile Mann in kendine has karakter anlatımı, başarılı müzikleri ve ışık kullanımıyla 1980'lerin gözünden 1960'lara dair güzel bir karışımdır.

Michael Mann'in yıllar sonra THE HEAT ile tüm dünyaya kendini kabul ettirdiği "insan" gangsterler ve "insan" polisler yaklaşımının köklerinin dayandığı bu güzel yapımın nostaljisini yapmak isteyen, Runaway parçasını duyup gülümseyen okurlarımıza;




Yazan : Gökay GELGEC - Yojimbooo

19 Eylül 2007 Çarşamba

GET CARTER - 1971


GET CARTER

"İriyarısın ama kofsun, oysa ki bu benim mesleğim"

Michael Caine - Jack Carter


Jack Carter (Michael Caine) Londra yeraltı dünyasının bir numaralı katilidir. İnfaz konusunda ki yeteneği onu baba Cliff Brumby’nin sağ kolu yapmıştır. Carter sadece babanın en yakınında ki adam olmakla kalmayıp babanın kadını ile de ilişkini sürdürmektedir.

Ülkenin kuzeyinden gelen bir haber her şeyin seyrini değiştirir. Carter’in kardeşi Frank şüpheli bir trafik kazasında ölmüştür. Babanın tüm itirazlarına karşın Carter, New Castle’ye doğru hareket eden trende yerini alır.


Londra’nın bir numaralı adamının New Castle’ye gelişi yerel gangsterlerin isteyeceği son şeydir. İstenmeyen adamı şehirdedir ve polisin soruşturmadığı, gangsterlerin uzak durduğu bir ölüm olayını çözmeye kararlıdır.

Ailesinin kötü adamı olduğuna inanan Carter, araştırmayı sürdükçe çevresinde ki herkesin kendisinden daha az kötü olmadığını anlar. Kötülerle diyalog kurabilecek yöntemlere ise fazlasıyla sahiptir.


İngiliz Raconu :


Tarihin dondurulmuş bir parçası içerisinden gelen bu film türün meraklısı her insan tarafından kolayca kaldırılamayabilir. İtalyan veya Fransız usulü bir gangster filmi sevdalısı için Get Carter, işleyişi açısından son derece durgundur. Ana fikir herhangi bir gangster filminde rastlanabilecek türden olmasına karşın sadece bir tek Get Carter vardır.


Get Carter’i bir klasik haline getiren özelliği ise metotlarından kaynaklanmaktadır. Yönetmen dokunuşları olarak akılda kalan detaylardan ziyade İngiltere’ye has insan profilleri, 1970’ler İngiltere sinin sosyal yaşamı ve oyuncuların mükemmel performansları metotların parçalarını oluşturur.

Kasvetli bir ülkenin kara film anlayışı başarılı bir yapıma imzasını atar. Kötüler Güney Avrupa’da ki meslektaşlarına göre tamamen duygusuzdur. Kadın seçimi konusunda ise dünyada ki diğer ülkelere göre daha başarılı olan Avrupa’nın, içerisinde erotizm veya hayallerin yücelttiği kadın tiplemelerini barındırmayan bir örneğidir. Kadınlar tamamen seksi davet eden ve erotizmden öte pornoya göz kırpan karakterlerin temsilcileridir.


1960’lı yıllarda kaynayan bir kazana dönüşen İngiliz müzik piyasasında dünyanın gelecek yıllarına damgasını vuracak tarzların tohumları atılmaktadır. 1968’in ardından Rock müzik ve alt kolları tüm dünyayı kuşatırken kimi yerde Psychedelic, kimi yerde Progresif anlayışlarla milyonları sürüklemeye başlar. Bu değişim sürerken İngiltere’nin piyano dehalarından sayılan genç besteci Roy Budd kendi müzikal birikimlerini senfonik müzik ve günden güne hayranı olduğu Blues ile harmanlamaktadır. Müzik piyasasında ki değişim Budd’un stilini etkilemekte gecikmez ve film müzikleri bestecisi olarak ilk ses getiren albümünü de Get Carter ile gerçekleştirir. Get Carter’in müzikleri Souldan Funk’a; Rock’tan elektronik müziğin kökleri olarak sayılabilecek bir anlayışa türlü tatları içeren hoş bir dinlencedir.


Get Carter before Carter Gets You! :

Michael Caine’in alternatifsiz bir şekilde fazlasıyla yakıştığı karakter İngiliz usulü soğukkanlı bir maçonun temsilidir. Kendi yarattığı dünyanın tek insanıdır, kadınları döver, günün bir parçası olarak sürekli seks yapar, soğukkanlılıkla öldürür, sistemli şekilde infazlar gerçekleştirir. Bu stildeki bir görev adamının kendi coğrafyası dışında alternatifini bulabilmek nerdeyse imkansızdır. Çünkü karakter her şeyiyle bir İngiliz kıyıcısıdır. Yıllar sonra Amerika tarafından tekrar uyarlanan ikinci Get Carter, bu coğrafya tutarsızlığı sebebiyle başarısızlığa uğramıştır.



Tarihi filmlerle süregelen bir kariyer içerisinde sevimli ve itaatkar İngiliz subaylığından, başına buyruk katilliğe geçiş Michael Caine’in oyunculuk serüveninde de bir dönüm noktası olmuştur. Savaştan, gerilime, epiklerden, komediye her ipin usta cambazı olan Caine için İngilizler tarafından yapılan tanım ise;

“Caine is Carter”



Bu slogan günümüzde de eskimiş gibi gözükmüyor. Caine kendi stili içerisinde Charles Bronson’un İngiltere şubesi olarak VIGILANTE tanımına yakışan tek isim.

Get Carter Amerika Fragmanı :


Yazan: Gökay GELGEC - Yojimbooo

15 Eylül 2007 Cumartesi

Steve WALLACE - THE MASTER TOUCH 1973


THE MASTER TOUCH

“Asla açgözlü olma ve asla seni yetiştireni çiğneme”

Kirk Douglas - Steve Wallace


Steve Wallace (Kirk Douglas) emekliliği yaklaşmakta olan mesleğinin uzmanı bir hırsızdır. Yaptığı her büyük işin ardından ufak ve aklanması kolay suçlarla kendini yem olarak göstererek polis takibinden sıyrılmayı başarmaktadır.

Yasalar önünde basit bir suçlu olarak gözüken bu gizemli adam, Hamburg yeraltı dünyasının dikkatini çekmekte gecikmez. Şehrin patronu Müller (Wolfgang Preiss) gözünü Almanya’nın en büyük sigorta şirketinin ana kasasına dikmiştir. İnsan nefesine dahi duyarlı elektronik sistemlerle korunan bu ortama girebilecek tek uzman Wallace’dir. İşin ucunda milyonlarca marklık ganimet vardır.



Wallace kadınının tüm kaygılarına rağmen bu son büyük işi kabul eder. Şehirde kamp kuran İtalyan sirkinin genç trapezcisi Marco(Giuliano Gemma) bu işte ki yardımcısıdır.


Elektronik ortamların pasifize edilmesi için gerekli plan ve beyin Wallace, işin hareket ve yumruk bölümü ise Marco’ya aittir.

Wallace bir yandan halefine işin uzmanlıklarını öğretirken öte yandan çiğnememesi gereken altın kuralları öğütler;




Altın kural “Açgözlü olmamaktır.”

Marco ise ufak işlerle yükselmektense ilk işinde büyük vurgunu kazanmanın peşindedir. İtaatsizlik, Hamburg sokaklarında polisin uzmanları, uzmanların çömezlerini kovaladığı bir sarmalı tetikleyecektir.

CEVHERLER:


Sinemanın farklı türlerine meraklı olan izleyiciler, zevk aldıkları türlere ilişkin karanlık köşelerde kalmış cevherleri keşfetmekten hoşlanırlar. Bu tip eserler ilgili olan tarzın tüm klişelerini barındırmakla beraber kendilerine has seçici noktaları da izleyicilerine sunarlar.


Michele Lupo,film boyunca İtalyan anlayışı çerçevesinde şekillenen bir suç hikayesini, tarzın Amerikan, Fransız ve İngiliz ürünlerine yerinde göndermelerle izlenilebilir kılmaktadır. Ana karakter bir İngiliz gangsterinin soğukkanlılığını taşımakta, soygun usülü açısından Amerikan meslektaşlarına göz kırpmakta ve aksiyonda ki abartmalar Fransız – İtalyan anlayışının bir harmanını sunmaktadır.
Tüm bu paralellikler Hamburg’un seçimiyle yepyeni bir potada erimektedir.



PSYCHEDELIC ŞEHİR:
Hamburg, kasvetli havası ve 1970’li yılların modernleşme hamlesi içerisinde geleceğin şehri görüntüsüyle gayet başarılı bir seçimdir. Elektroniğin gelişmesiyle beraber modernleşen ama kendi içinde tamamen mekanik ve yalnız bir şehirdir. Yalnız insanların şehri, İtalyan usulü abartılı bir kovalama sahnesiyle canlanmaktadır. Tarzının garantili tüm öğelerini içine yediren bu film diğer yandan Kirk Douglas’ın karakter değişimiyle şehrin metro, liman ve dok görüntüleri eşliğinde 1970’lerin psikolojik izler bırakan filmlerinin detaycılığını da barındırmaktadır.

Psikolojik izler bırakma konusunda mekan ve karakter uyumluluğu kadar Ennio Morricone’nin film için bestelediği enfes temalar da son derece önemlidir. Morricone’nin zamanının ötesinde tatlar içeren psychedelic jazz yaklaşımı Hamburg ve Douglas birlikteliğinin en lezzetli baharatını oluşturmaktadır. Müzik konusunda bir diğer hoş detayda soygun esnasında frekans kilitleyici vazifesi gören ses kayıtlarının Mozart bestelerinden oluşmasıdır.

Çift Kişilik :

Kirk Douglas filmin son çeyreğine kadar bir İngiliz soğukkanlılığıyla canlandırdığı kendine güven sembolü karakterini, ihanet ve yıkımın ardından gelen avcılığa geçişte yepyeni bir karaktere taşımaktadır. Öyle ki film boyunca gülümseyip her şeyi planlayarak hareket eden bu prensip adamı, son noktada her şeyi kendi kanunlarıyla çözen yalnız bir infazcıya dönüşmektedir. Giuliano Gemma, spaghetti westernlerle kanıtladığı akrobatik yeteneklerini Müllerin korumalarıyla yaptığı kavga ve kovalama sahnelerinde tüm zenginliğiyle sergilemektedir.

Master Touch soygun ve suç filmlerine karanlık köşelerde kalmış usta işi bir dokunuştur.


Master Touch takip sahnesi:


Yazan: Gökay GELGEC - Yojimbooo

1 Eylül 2007 Cumartesi

Frank GINETTA - THE BROTHERHOOD 1968


THE BROTHERHOOD

"Karşıda ki bağdan birkaç meyve yürüttüğümde bütün büyükler beni aralarına aldılar ve şimdi bizden biri oldun dediler. Artık beni Mafiosu diye çağırıyorlardı. Bunun nasıl birşey olduğunu bilemezdin Vince."
Kirk Douglas - Frank Ginetta


Sicilya kökenli Frank Ginetta genç yaşta babasının öldürülmesinin ardından aileyi güçlü kılabilecek tek erkek olarak Newyork suç örgütlenmesi içinde ciddi bir mücadele içerisine girmiştir. 18 yaşında ilk “işi”’ni bitiren ve babasının arkadaşlarının koruması altında yetiştirilen Frank zaman içerisinde şehrin meyve-sebze alım satım ve nakliye ihalelerinin tek söz sahibi haline gelir. Kendisine yükselebilmesi için gereken tüm tecrübeyi sağlayan baba dostlarıyla da bağlarını koparmaz.

Orta yaşlarını sürmeye başladığı devirde şehrin diğer liderlerinden oluşan bir konseyin üyesidir. İşbirliğinin getirdiği tekelleşmeler bir örgüt yapılanması içerisinde çeşitli iş sahalarında da aynı başarı ve liderliğin kapılarını açar. Güç, para ve saygınlık Frank’in erkek kardeşi Vince’yi etkilemekte gecikmez. Vietnam’dan dönüşünün ardından abisinin iş ortaklarından (şehrin diğer babalarından) Bertolo’nun kızıyla evlenen Vince düğün gecesinde abisinin işleri içerisine girmek istediği kararını açıklar. Vince’nin konsey içerisine alımı sonun başlangıcını tetikleyecektir. Sonu gelen aile bağlarıdır, gelecek ise sonsuz ve koşulsuz işbirliğinde yatmaktadır.


Baba dostları ve ailesiyle olan sıcak ilişkilerini işlerinden ön plana koyan Frank gitgide yeni tekelleşmeler ve kazanma planlarına karşı soğuk yaklaşmakta tüm konsey toplantılarında negatif davranışlarıyla dikkat çekmektedir. Ayrıca yıllardan beri süregelen bir diğer kabullenemez özelliği de muhbirlere karşı takındığı özel infaz yöntemleridir. Ön planda olmaması gereken suç liderlerinin cinayetlerle deşifre edilebilecek infazlarda bulunması konsey tarafından hoş karşılanmamaktadır. Eğer birinin temizlenmesi gerekiyorsa bunu yapması gereken kişiler babaların kendileri değildir. Frank’in muhbirlere karşı tutumunun temelinde babasının da bir ispiyon sonucunda öldürülmesi yatmaktadır.

Baba dostları, kendi devirlerinin insanlarından birisinin cenaze töreninin ardından Frank’in yıllardır içinde taşıdığı ödenmesi gereken vicdan borcunu kendisine açarlar. Babasının ve o güne değin 12 insanın daha öldürülmesinden sorumlu muhbir, dünürü Bertolo’dur. Frank’e düşen görev ise dünürünü kendisinin öldürmesidir. Karşısına kardeşini ve konseyi almak pahasına bu borcu ödemek zorundadır.

Frank babasına ve baba dostlarına karşı olan borcunu öder. Karısı ile beraber Sicilya’ya baba topraklarına göç ederler. Bir süre sonra şehre bir yabancının geldiğinin haberi alınır. Gelen kişi Vince’dir ve konseyin kendisine yüklediği borcu ödemek zorundadır.


Abisinin 18 yaşında yaptığı gibi oda ilk işini üstlenmiştir ve işi de abisidir.


BEKLENTILER :
Kirk Douglas, sinema kariyerinde ki en başarılı performanslarından birini sergilerken yapımcılığını da üstlendiği filminin kısa bir süre sonra çekilecek Godfather’in köklerine hizmet edeceğini bilmiyordu. Filmin dağıtımcısı olan Paramount gösterim haklarını da aldıktan sonra gişede başarı sağlayamayan bu filmle mafya konusunda ki yapımlara temkinli yaklaşma kararı almıştır.

Organize suçun örgütlenmesinin toplumun her kademesine yayıldığını ve gözden kaçırılmaması gereken gücünü gözler önüne seren Godfather devrim niteliği taşımaktadır. 1972’de serinin ilk filmi çekilene kadar (aslında başlangıcında bir seri mantığı ile tasarlanmış bir filmde değildir) Paramount’un Brotherhood tecrübesinin ardından sütten ağzı yanma benzeri yaklaşımı devam etmiştir. Coppola’nın klasiği yapım evinin yaklaşımını değiştirmekle kalmayıp ikinci film için yönetmene nerdeyse sınırsız imkanlar sunmasını da sağlamıştır.




KÖKLER :
Mario Puzo ve Francis Ford Coppola’nın başarı hikayesinden 4 yıl önce çevrilen Brotherhood’un kök vazifesi görmesinin sebebi nedir?

* Sicilya ve Newyork hattı her iki filminde temellendiği alandır.

** Ailenin yöneticisi durumunda ki Frank’in kardeşi Vietnam gazisidir. Godfather’da ailenin en küçük kardeş Michael Corleone’de ikinci dünya savaşından yeni döner.

*** Her iki filmde aileden bir üyenin düğünü ile açılır. Düğün esnasında baba Frank kızıyla dans eder aynı şekilde Godfather’in Don Vito’su da evlendirdiği kızıyla dans eder. Düğün esnasında Frank yakın adamlarıyla şakalaşır, karakter tanıtımı açısından Godfather romanında önemli bir yeri olan ancak filmde ilk bir saat içerisinde öldürülen babanın kıdemli kasabı Luca Brasi’de bu açıdan benzerlikler taşımaktadır.

**** Aile içerisinden kişilerin öldürülmesi esnasında kan dökülmemektedir. Frank dünürünü domuz bağı ile Michael Corleone’de kız kardeşinin kocasını boğdurarak öldürür. Kardeşler konusunda ise bu madde yine her iki filmce yıkılmaktadır. Brotherhood’un beklenmedik finalinde kardeş kanı çifteli tüfek ile akar. Coppola yüceltmeyi bir tarafa bırakıp eleştirel kimliğini ortaya koyduğu Godfather II’de Michael Corleone’ye öz kardeşini öldürtür.

***** Frank Ginetta dünürünü öldürmesinin ardından güvenlik ve gözden uzak kalma amacıyla Sicilya’ya göç eder, Michael Corleone’de Solozzo ve polis şefini öldürmesinin ardından ailesinin koruması ile Sicilya’ya gider.


BABA OCAĞI :

Brotherhood temelinde mafya yapılanmasını kardeş katliamıyla eşleştirerek ciddi bir eleştiriye parmak basmaktadır. Etnik öğeleri ve aile sıcaklığına önem vererek gerilim dozajını ihmal etmeyen bir suç filmi yaratır. Temel mesaj ise aile sevgisidir. Aksiyon ve özenti yaratmaktan ziyade hayatı olduğu gibi sunmasıyla, bezgin bir mafya babası ile sevecen bir aile babasının çelişkileri ve hayatı boyunca içinden çıkmak için uğraştığı bir çıkmazı işlemektedir. Çıkmazlar konusunda ailenin beton vazifesi gören güçlü kadını rolünde ki Irene Papas’ın performansını da es geçmemek gerekir.

Brotherhood Açılış Videosu :


Brotherhood, 1978 yılında Baba Ocağı ismi ile Yeşilçam’a uyarlanmıştır. Kirk Douglas’ın rolünde Cüneyt Arkın’ı izlediğimiz bu güzel filmi Melih Gülgen yönetmiştir. Aksiyon açısından orjinaline kıyaslandığında daha zengin bir alternatifdir.

Yazan: Gökay GELGEC - Yojimbooo