30 Nisan 2008 Çarşamba

Francois & Roch - BORSALINO 1970


BORSALINO

"Onun ardından, hakkında tek bir kelime konuşmadı"
Alain Delon "Roch"

Jean Paul Belmondo "Francois"

Roch Siffredi(Alain Delon) hapiste geçen zamanının ardından ait olduğu Marsilya sokaklarına geri döner. İlk iş olarak muhtemel gammazcılarına göz dağı vererek şehre yeniden döndüğü haberinin yayılmasını sağlar. Adrien'in Barında gördüğü güzel Lola'ya sahip olmak istediğinde bunu isteyen tek kişinin kendisi olmadığını görür. Lola'nın en az Roch kadar "sağlam" bir talibi daha vardır ve iki rakibin kızı elde edebilmek için kıran kırana dövüşmeleri gerekmektedir.


Roch'un karşısına çıkan bu beklenmedik rakip Francois Capella(Jean Paul Belmondo)'dır. Tüm mahalleyi barın önüne toplayan baba usulü bir dövüşün ardından kıza tek başlarına sahip olmak yerine dostane duygularla işbirliğine gitmenin daha iyi bir yol olduğunu anlarlar. 1930'ların Marsilyasında sokakları elde etmek isteyenler için işbirliği yapmak hem güvenlik hem de büyümek açısından en ideal yöntemdir.
Francois ve Roch'un bir avuç adamıyla beraber ilk soyundukları iş, şehrin at yarışları ve boks müsabakalarının bahislerini ayarlamaktır. İkili birbirlerine ısındıkça ünleride artmaya başlar ve Marsilya'nın büyük patronlarının himayesinde onların adına iş takibine başlarlar. İkilinin büyüme hırsları vakti geldiğinde babaların izinleri haricinde kendi namlarına iş çevirmeye başlamalarına ve itaatsizliğin sonucu olarak ta savaşa yol açacaktır.


Uzun ve maceralı bir yolu deli cesaretleri sayesinde kateden ikili Marsilya'nın en büyükleri olduklarını ilan ettikleri gece, makineli tüfek sesleri eşliğinde şehre sahip olmak isteyen bir yabancının geliş haberini alırlar.

İki dostun yapacağı tek şey ayakta kalmak veya ayrılmak için son kez yazı tura atmaktır.




Erkekler arasında:

Sinema'nın varlığından bugüne erkekler arasında ki dostluk teması her tür içerisinde başarıyla yedirildiği takdirde sürekli tutan bir formül olmuştur. Borsalino'nun çevriminden kısa bir süre önce çevrilen tüm zamanların en başarılı westernlerinden birisi olan Butch Cassidy and Sundance Kid bu formülün en önemli örneklerinden birisidir. Western'de ki örneğinde Paul Newman ve Robert Redford'da olduğu gibi Delon ve Belmondo'nun da Borsalino'nun çevriminin ardından aralarından su sızmayan iki sıkı dost oldukları muhtemeldir.


Bir tarafta Fransa'nın "cool" sembolü Alain Delon'un şanına yakışan şekilde az ve öz konuşan yapısı diğer tarafta da sürekli macera peşinde koşan üçkağıtçı, tatlı serseri Belmondo'nun kadrajlardan taşan alaycı gülümsemesi Borsalino'yu bir klasik haline getiren özelliklerdendir.

Temel olarak ele alındığında Borsalino, Delon'un sinemada ki imajına daha uygun bir karakteri barındırmaktadır. İnsanı hayrete düşürecek cambazlıkların mucidi ve uygulayıcısı Belmondo'nun film süresince akrobatik yeteneklerinden ziyade senaryo gereği sadece yumruklarını konuşturabildiği göze alındığında Delon'un daha şanslı olduğu düşünülebilir. Bu nokta da serie noir'ların değişmez buz adamı Delon'un Borsalino'da da ne kadar soğuk olsa da esprili jargona katkıda bulunduğunu ve dolayısıyla Belmondo'nun akrobasiden verdiği taviz gibi onunda "ağır abilik"ten verdiği tavizle aralarında ki durumu eşitlemişlerdir.


Borsalino'nun kendine özgü yarı Fransız yarı İtalyan raconu sahibi ganglerini başarıyla canlandıran, birbirlerine karakter olarak nerdeyse zıt ama iş bitirme konusunda da o kadar yakın bu ikilinin filmin çevrimi süresince bol bol eğlendiklerine şüphem yok.



Okyanus ötesi:

Borsalino, yönetmeni Jacques Deray'in başarısının ödülü olarak Amerika'da da en az Avrupa'da ki kadar ilgi görmüş bir klasiktir. Filmin yolculuğunun kıtalar arası olacağı, çekimler esnasında bu amaca hizmet etmek için eklenen detaylarda gizlidir.

Butch Cassidy and Sundance Kid'e göndermeler içeren fotoğraflı anlatım, Mafya'nın ana vatanının İtalya olduğu kadar Gangliğin de anavatanının Amerika olduğunu bilerek 1930'lar Marsilyasını komşusu Sicilya'dan çok Chicago'nun yeraltı dünyasıyla ilişkilendiren temalar bu detaylardan bazılarıdır.

Çekiminden 4 yıl sonra ilk bölümün bittiği andan başlayıp Marsilyayı elde tutma mücadelesini ele alan ikinci film Borsalino & Co.'nun ilk filmle kıyaslandığında daha avantür bir yapım olduğu söylenebilir.



Tescilli Borsalino :

Senaryo, oyunculuk ve akıcılık kadar filmi güzel kılan başka özelliklerde bulunmaktadır. Borsalino ismi, filme damgasını vuran 30'ların bir giyim stili ve aynı zamanda İtalyan kökenli bir giyim firmasının ismidir. Belmondo ve Delon'un gardrop uzmanlarının ne kadar incelikle çalıştıklarını maskaretli ayakkabıları, çizgili takım elbiseleri ve tabii ki Borsalino kepleriyle anlaşılmaktadır.

Claude Bolling'in muhteşem Borsalino bestesi, tüm zamanların en iyi film müzikleri arasında en üst sıraları haketmektedir. 1930'ların dünyasıyla ve filmin güldürü yanı ağır basan gangster hikayesini tamamlayan bu melodinin bir bölümünü video sunumunda dinleyebilirsiniz.


Sadece Amerika veya Avrupada ki başarısını düşünerek es geçilmemesi gereken bir değer husus ta Borsalino'da yazı tura atan ikilimizin en azından bu özellikleri ile dahi ülkemizde "kanka olmak" tabirine uyacak bir janrın mensupları olduklarıdır.

Yazan: Gökay GELGEC - Yojimbooo

Borsalino jenerik ve müzik :


28 Nisan 2008 Pazartesi

Nico LANZETTA - IL BOSS 1973



IL BOSS
"İsa porno filmlerden hoşlanmaz."
Henry Silva - Nico Lanzetta

Palermo'nun organize suç patronu Don Corrasco(Richard Conte), Sicilya Konseyi'nin avukatı aracılığıyla kendisine ulaşan emrin doğrultusunda şehirde ki suç örgütlenmesinde bir reforma gitmeyi amaçlamaktadır. Bunun ilk adımı olarak, şehrin uyuşturucu baronu Don Cocchi'nin daimi rakibi Don Daniello'ya Cocchi'yi ortadan kaldırması için bir fırsat verir...


Palermo'nun sonbaharın pastırma sıcaklarıyla kavrulduğu bir gecede Don Cocchi ve kurmayları özel bir toplantı amacıyla biraraya gelirler. Toplantının özel sunumu içerisinde babalara özel olarak çekilmiş bir "yetişkin" filminin gösterimi de bulunmaktadır. Kapattıkları sinema salonunun makine dairesinde kendilerini bekleyen özel bir misafirleri bulunmaktadır. Nico Lanzetta(Henry Silva)...

Lanzetta, çocuk yaşlarında Don Daniello'nun himayesi altına girmiş bir infaz makinesidir. Patronunun özel emriyle uyuşturucu baronunu ortadan kaldırır. Sabahın ilk ışıklarıyla katliam haberi yayıldığında Palermo yeraltı dünyasında havaları daha da ısıtmaya yetecek tüm istihbaratta toplanmıştır. Cocchi'nin varisleri olan Kalabriyalı yeğenlerinin yas tutmaya niyetleri yoktur...


Şehir şiddetle çalkalanmaya başladığında, patron Don Corrasco kusursuz işleyen planının mutluluğuyla gülümsemektedir. İpin diğer ucunda, şehrin emniyet müdürü de mafya içerisinde ki temizlik hareketinden ötürü son derece memnundur. Kaçırma olayları, suikastler, bombalamalar sürerken gülümseyen adalet koruyucuları ve adaletsizler son gülenin kim olacağını bilmemektedirler...

Sicilya Konseyi, Palermo için yeni bir patronun arayışına girmiştir. Katliamlardan sağ kurtulan kişi, Palermo'nun yeni patronu olacaktır.


Portoriko'nun Sicilyalısı:

Gerçek hayatta safkan bir Sicilyalı olmayıp Porto Riko'lu bir melez olduğu rivayet edilen Henry Silva'nın sinema kariyeri tarihte eşine az rastlanan keskin dönüşlerle doludur. Amerikan Gang filmleri içerisinde saygın bir yere sahip Johnny Cool(1963) filminde ki alternatifsiz Sicilya kökenli gang rolüyle türün daimi kötü veya daha az kötü adamlarından birisi olarak aileye katılmıştır.


IL BOSS'un kilit adamı Lanzetta, Henry Silva'nın sinema kariyerinde ki en tarifsiz karakterdir. Elbette ki kötülüğü içerisinde barındırır ancak bunun derecesini ölçebilmenin pek te kolay olduğu söylenemez. Biat ettiği patronunun ölüm emrini infaz etmekten, patronun kızını önce kurtarıp sonra tecavüz etmekten, kendi özel muhafızına da düşmanlarına karşı olduğu gibi zerre kadar güvenmeyen bir adamdır. Filmin seyri için düşünülebilecek en kötü-iyi karakterdir ve burda ki Silva'nın normal hayatta ki karşılığı gerçek kötüdür.


Baba doğanlar:

IL BOSS'un patronu Don Corrasco rolünde karşımıza çıkan ve türün takipçileri için karşılarına çıkmış olmalarına hiç şaşırılmayacak kişi Richard Conte'dir. Coppola'nın klasiği Godfather'den türün keşfedilmemiş kıyılarında kalan pek çok filme, şehrin babası veya konsey üyelerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Conte'nin benzer roller içerisin de fazla hareket ve yorum imkanı bulunmaması benzer filmlerin onun bulunduğu bir yerde misafir olarak çekildiği hissini dahi uyandırabilir. Filmlerin adı, kalite ve bütçe amacıyla yapılan sınıflandırmalar değişebilir ama Conte hiçbir zaman değişmez.


Bir patrondan beklenmeyecek kadar sıradan bir görüntüye sahip olduğu düşünülse de Conte'yi "Boss" yapan özelliği "40 yalan memiş" misali aynı anda 40 ayrı şeytani planı kurup bir tanesi hakkında bile karşısına fikir vermeyecek yüz mimikleri ve gözleridir.


Fernando "Tarantino" Di Leo:
Quentin Tarantino'nun günümüzde Uzak Doğu yapımlarına verdiği destekten hareketle salt bir uzak doğu hayranı olduğunu düşünmek yanıltıcı sonuçlar doğuracaktır. Filmlerinden açıkça anlaşılacağı gibi aynı zamanda bir Spaghetti Western hayranıdır ancak mafia ve gangster hikayelerinin eksilmediği Tarantino kurgularının arka planda ki gizli ilham kaynaklarından birisi İtalyan sinemasının B - Babalarından Fernando Di Leo'dur.



Yeşilçam için avantür ve tapınma birlikteliğinin saygın isimlerinden Natuk Baytan gibi Fernando Di Leo'da İtalyan avantürleri için özel bir beyindir. Düşük bütçeler ve tanıdık hikayelere kıvrak kurmacalar getiren suç filmleriyle kendi tapınıcılarını oluşturmuştur. Di Leo'nun filmleri; Spaghetti Westernler de ki doğallık, Giallo filmlerinin sadizmi ve kimi zaman delicesine dönen yuvarlanan kamera açılarıyla B sinemanın kendi öğretisini yaratmaktadır.

Fernando Di Leo'nun en başarılı yapımlarını içeren "Milyar Üçlemesi" olarak adlandırdığı La Mala Ordina(1971), Milano Calibro 9(1972) ve İl Boss(1973) filmleri, racon kurma arayışı içinde ağırlaşan ve birbirlerinin kopyası haline gelmiş pek çok suç filminden ötededir.


CONTINUA :

Eğer Di Leo ölmemiş olsaydı üçlemenin bitmeyeceği konusunda tam bir kararsızlık hakim olsa da, şahsi fikrim üçlemenin son ayağı IL BOSS'un seyrine birebir oturan "CONTINUA" (Devam Edecek) ibaresinin gerçek hayata yapılan bir gönderme olduğudur.

Herkes gibi Mafia'da kendi bahar temizliğini yapma hakkına sahiptir ve IL BOSS bu dönemsel temizlikten bir kesittir. Aileye yeni katılanlar olsa da varlığını sürdürecek tek olgu sistemin kendisi olacaktır.
Ölümler de seçimler kadar doğal bir şekilde sistemin ayrılmazlarıdır.

Yazan : Gökay GELGEC - Yojimbooo

IL BOSS - Kalabriyalılar İnfaz videosu:


25 Nisan 2008 Cuma

Kurtlar Vadisi Analizi: Bölüm 2


KURTLAR VADISI ANALIZLERI - 2
Kurtlar vadisi dizisi aksiyon gerçeğini yeniden gündeme getirdi. Maalesef çatışmalarda ve kavgalarda İbrahim Bozkurt, Yadigar Ejder gibi isimleri mumla arıyor olsak da Kurtlar Vadisinde aksiyon dozajı diğer örneklere göre daha fazla.

"Ah birde şu figüranlar güzel ölmeyi becerebilse dizide" desekte zamanla öğrenecekler sanırım. Dizinin karakter analizine gelince benim için dizinin kilit ismi Süleyman Çakırı oynayan Oktay Kaynarca idi. Ancak Kurtlar Vadisi analizime Oktay Kaynarca ile değil Necati Şaşmaz ile başlıyacağım.

NECATİ ŞAŞMAZ - POLAT ALEMDAR:

Kimin gündeme getirdiğini hatırlamıyorum ama yeni Cüneyt Arkın olarak lanse edilmek istenen Canpolat’ın Cüneyt Arkın gibi olabilmesi için at sırtında 150 film çevirmesi gerekiyor sanırım. Kaplanlar Ağlamaz filminde Cüneyt Arkın’ın Canpolat isminde oynamış olması belki ismin kaynağına yapılan doğru bir analiz olabilir.
Necati Şaşmazın Polat Alemdar kişiliğini oturtması 20 bölüm sürdü. İlk bölümler kafası ve omuzları aynı anda hareket ediyordu ancak iyi oyuncular yanında pişti diyebiliriz. Maalesef oynadığı karakterinde biraz şansız bir tipleme olması Polat Alemdar karakterini belli bir kalıp içine sıkıştırdı ve bundan çıkması da pek mümkün değil.


Şanssız bir tipleme diyorum çünkü mafyanın içine sokulan polis memuru veya istihbaratçı rollerini oynayan karakterlerin o mafyanın bir parçası olması konusu daha önce oldukça çok işlenmiş bir konu ve Necati Şaşmaz'ın aynı kulvar içinde yarıştığı diğer aktörler zeka ve aksiyonu oldukça iyi dengelemişlerdi, Necati Şaşmaz ise dengelemek yerine ofiste işleri çözmeye başladı. Belkide bilgisayar çağının gereği budur ancak bu tip filmlerin mihenk taşı James Bond hala teknoloji ve aksiyonu birarada yürütüyor, tabi Necati Şaşmaz’ın Kurtlar Vadisinin her yeni bölümünde araba ile uçarak helikoptere ters takla atarak girmesini beklemiyoruz.

Eli ayağının düzgün olması ve karizmasının olması bazı şeyleri kurtarıyor ancak vücut dilini çok iyi kullandığını söyleyemem. Hani Erol Evgin bile yer aldığı kavga sahnelerinde daha atik ve daha hareketli idi. Polat karakterinin Cüneyt Arkın ile Yılmaz Güney'in ortak bir potada eritilmesi olarak tasarlandığını düşünüyorum.


Yapımcıları Polat Alemdarı giderek ağır baba/patron rolüne oturttular. Yılmaz Güney'de huzuruna kabul ederdi ama bir aksiyon olması gerektiğinde 10 kaplan çevikliğinde saldırabilirdi. Cüneyt Arkın zaten avizeden uçarak 7 kişinin üzerinden salonun diğer ucuna ulaşmış olurdu. Bu yüzden Necati Şaşmaz'ın bence 70leri daha iyi incelemesi gerekiyor. Hem iyi bir görev adamı, hem ailemiz mafya babası, hem bir devlet görevlisi, hem bir bilgisayar dehası (çünkü Hackerlıkta yaptı birkaç bölümde), hem bir sevgi insanı, hem bir halk kahramanı, hem bir sevgili, hem esprili, hem de bir o kadar alçak gönüllü olmayı birarada yürütemiyor olması ve her bölümde farklı bir özelliğinin ortaya çıkması doğru bir karakter rölü oturtmasını zorlaştırıyor. Sanırım Polat karakterinin yerine oturamamasının sebebi bu dağınıklık. Senorya yazarlarının bu ego çatışmasını dengelemesi gerekiyor.


Oktay Kaynarca ile yakladıkları uyumlu ikilinin sonu Çakır'ın ölümü ile gelmişti. Uzun soluklu dizileri uyumlu ikililerin götürdüğü gerçeği var, kahramanın tek başına olması veya her geçtiğinde önünü ilikleyen adamlarının olması bu dinanizmi yakalamaya yetmiyor. Bütün bunların yanında Polat Alemdar karakterinin Abdullah Çatlı ile ilişkilendirilmesi bence biraz yanlış. Ancak konsept olarak bazı paralellikler kurulabilinir. Devlet için çalışan bir kişinin böyle başına buyruk olması yani bir sistemin içinde kendi gerçeklerine uygun çözümler üretme mesajı aslında gayet yanlış bir mesaj bu daha önce bazı yazarların çeteleştirmeye özendiriyor saptamasının ana sebebi olabilir ve giderek bunun dozajını arttırdılar sanırım. Türkiye'deki "halk kahramanı" kavramı dizide yanlış vurgulanıyor bence ve yaratılan karakter adil bir mafya babası yerine kendine bağlı sevenleri olan bir devlet çalışanına dönüşüyor.

Özellikle bu noktada Yılmaz Güney ve Cüneyt Arkın’dan ayrılıyor ve onlar gibi bir Halk kahramanı olmak yerine kendi ofisine kapanan bir devlet memuru çizgisine oturtuluyor. Haliyle bu dönüşüm dizinin geleceği açısından da zararlı. Geleneklerine bağlı ama halktan kopuk bir kahraman örneği çelişkileride yanında getiriyor.

Velhasıl Oktay Kaynarca varken Türk Sinemasına oldukça çok gönderme yapan dizi Polat Alemdar karakterine odaklandıkça yönünü Amerikadaki İtalyan mafyasına ve onun çözüm üretimlerine çevirdi. Bu noktada Polat Alemdar karakterinin şansızlığı o rolü Robert de Niro veya Al Pacino ’nun oynamıyor olması olabilir mi?
Bu arada Polat Alemdar’ı seslendiren Umut Tabak övgüyü hak ediyor.

Gelecek Bölüm: Görev adamı Memati diğer bir görev adamı Pala'ya karşı
Yazan: Utku Uluer

22 Nisan 2008 Salı

Kurtlar Vadisi Analizi: Bölüm 1


KURTLAR VADISI ANALIZLERI - 1

Kurtlar vadisi Türkiyede bir fenomen haline geldiğinden beridir hakkında çok şey yazılıp çizildi. Kimisi "böyle" milliyetçi bir diziyi yazarak onun gündemde kalmasını istemedi. Kimisi dizi ile alakası olmasada ona bir çok anlam yükledi bazen dizi kendi kendine anlamlar yükler hale geldi. Türkiye’nin geleceğini diziye bağlayarak kurtarmaya çalıştılar. Bu hikaye dizi yasaklanıncaya kadar sürdü gitti, zaten daha sonra vatanı sevmek Kurtlar Vadisini sahiplenmek ile eş tutulur hale geldi.

Aslında fena reklam olmadı bu dizi için. Bu kadar çok konuşulan ve izlenen bir gerçek karşısında bizim gibi sinema üzerine kurulmuş tasarlanmış bir ortamda Kurtlar vadisine dokunmadan geçmek istemedim. Ülkemizde bazen görmezden gelsekte aksiyon yönünden çok önemli gelişmelere olanak sağlayan bir dizi ve köklerini 70lerin 80lerin avantür filmlerinden alıyor (tabi özellikle Çetin İnanç filmlerinde figüranlar daha iyi ölüyordu).


Kurtlar Vadisi analizi yapmak istememe gelince diziyi birçok kişiden farklı ele aldığımı düşünüyorum ve bunu herkesle paylaşmak istedim. Bu koşulları oluşturan 3 önemli nokta vardı. Birisi yurtdışında yaşadığım için dizinin öncesi ve sonrasında yaşanan polemiklerden uzaktım. TV de canlı yayından takip etmediğim için reklamlar ile kesilmeden izleme olanağı buldum ve aktörlerin yarattığı skandallardan ve diziye özenerek minik Canpolatlara dönüşmüş yurdum insanından uzakta kalarak sinirlenip tepki göstermeden diziyi izleme ve inceleme fırsatı buldum.

Bu nedenle dizi benim ilk Türkiye ziyaretime kadar farklı bir tad bırakmıştı bende. Ancak diziye özenenleri görünce ister istemez bende rahatsız oldum tabi birde özellikle 60. bölümden itibaren başlayan sloganalr dizinin özellikle ilk 30 bölümündeki havayı yok etti benim için. Ancak burada suçu diziye değil onun satışına bağlamak durumundayım. Gerçi dizide beylik laflar ve çeşitli genellemeler mevcut ancak gene beni çok fazla rahatsız etmediklerini söyleyebilirim.

Birde oyunculuğunu beğensemde Özgü Namal'ın avukat arkadaşı ile yaptığı kararsız nazlı sevgili dialoglarını son hızla ileri sararak izleme avanytajımda vardı. Yer yer dizide doruk noktasına çıkan dini öğretiler ve kendini tekrar eden ağır Lupus melodilerinide hızla geçtim. Dizide bir diğer hızla geçtiğim kısım ise Laz Ziya'nın kızının annesine olan özlemi, nefreti ve onun geçmişini sorguladığı sahneler oldu. Özellikle bu bölümleri hiç sevmediğimi belirtmeliyim. Yani anlayacağınız kendime göre hızlandırılmış ve kesilip biçilmiş halde izledim bu diziyi.


Bundan 5 yıl önce Star Wars'un 2. bölümü olan “Attack of the Clones” un amerikada yapılmış imax versiyonunda da Filmdeki Anakin Padme kısımlarını kesimişti fanları. Tabi buradan bir Kurtlar vadisi hayranı olduğumu çıkartmayın ancak bahsettiğim kısaltmalar diziyi daha izlenir kıldı benim için.
Bazı sitelerde dolaşan bazı videolarda dizi karakterleri ve mafya babaları ile yapılan benzetmelere katılmıyorum ve isimlerin yanlış olarak ilişkilendirildiğini düşünüyorum. Bu noktada ilerleyen yazılarda kendime göre bazı yorumlar yapacağım.

Bu açıklayıcı bilgiler ışığında sizler ile Kurtlar vadisi dizisi hakkında neler paylaşacağımı biraz anlatmaya çalıştım. Uzun uykusuz gecelerimizde Gökay ile yaptığımız kurtlar vadisi analizlerinede ara ara yer vereceğiz. Türk sineması ve Kurtlar Vadisi arasındaki paralellikler ve dizinin oyuncuları üzerine yaptığımız yorumları yukarıda yazdığım koşullara göre değerlendireceğinizi umarım.



Kurtlar Vadisi, Pusu ismiyle 19 nisan 2007'de tekrar başladı. Belki diziyi izlemek isteyenler veya yeniden hatırlayarak diziyi analiz et
mek isteyenler için ilginç bir başvuru kaynağı olabilir bu yazı dizisi. Diziyi izlemeyen ve protesto eden birçok arkadaşıma katılmakla birlikte bu dizinin saat 23:00ten 24:00’ten sonra yayınlanmak kaydıyla TV’de olmasından rahatsız olmayacağımı düşünüyorum. Genede 2005 yılında ki son 10 bölümü gerçekten kötüydü onuda yazıma eklemeden geçemeyeceğim. Bu arada Kurtlar Vadisi Irak filmini inceleyerek ve hakkında yorum yaparak zamanınızı harcamak istemiyorum.

Gelecek Bölüm: Polat Alemdar

Yazan: Utku Uluer