31 Aralık 2007 Pazartesi

Mutlu Yıllar


Sinematik Mafia

Mutlu, Sağlıklı,
huzurlu ve sinema dolu
bir 2008 yılı diler.

23 Aralık 2007 Pazar

Harry KILMER & Ken TANAKA - THE YAKUZA 1974


THE YAKUZA"Özürlerimi kabul etmeni diliyorum sevgili dostum"

Robert Mitchum - Harry Kilmer

Harry Kilmer(Robert Mitchum), Pasifik te savaşın kazanılmasının ardından 1949 yılına kadar uzanan bir zaman dilimi içerisinde Japonya'da kalır. Bu süre zarfında Eiko Tanaka(Kieko Kishi) ile beraber aşk yaşar. Talihleri Eiko'nun Yakuza mensubu kardeşi Ken'in (Takakura Ken) kaybolduğu sanıldığı Filipinlerden geriye dönüşüyle değişir. Kızkardeşinin bir Amerikalı ile sevgili olduğunu gören Ken bu durum karşısında utanç duyarak ayrı bir şehire yerleşir. Harry ise yakın dostu George Tanner'den (Brian Keith) aldığı borç ile Eiko'nun kendine ait bir restoran açmasını sağlayarak Japonya'yı terkeder.

Çeyrek asır sonra George Tanner dostu Harry ile önemli bir toplantı için bir araya gelir. Yakuza liderlerinden Toshiro Tono(Eiji Okada), ortadan kaybolan paralarına karşılık Tanner'in kızını rehin almıştır. Tanner, yıllar önce Harry'e yaptığı iyiliğin karşılığı olarak kızını kurtarmasını istemektedir.

Harry dostuna yardım etmek ve vicdan borcunu ödemek için Japonya'ya geri döner. Yıllar sonra geçmişiyle tekrar yüzleşeceği bu yolculuk ta değişmeyen tek şeyin Japonların onuru olduğunu görür.Oysa ki kendi yaşadığı hayat ve etrafındakiler ona daima iki yüzlü davranmıştır ve bunun son örneğide yakın dostu olduğunu düşündüğü Tanner'in iki yüzlülüğüdür. Yakuza'nın ortadan kaybolan paralarını çalan kişi Tanner'in kendisidir. İki ateş arasında ki yalnız kalan Harry'nin,Yakuza için kullandığı kılıcını yıllar önce bırakıp Bushido eğitmenliğine başlamış Ken'in yardımına ihtiyacı vardır.

Onurunu tekrar kazanmak için döğüşen Harry gitgide bir Japon gibi yaşadığının farkına varır ve kader o güne kadar hayatlarını mahvettiğini düşündüğü Ken ve Eiko'ya olan borcunu ödemesini sağlar.

YA + KU + ZA = 20
Yakuza, anavatanı Japonya'da 400 yıla yaklaşan geçmişiyle yaşamın en uç noktasında kendi geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir oluşumdur. Japonya'da merkezi otoritenin sağlanamadığı çağlarda, fakir köyleri yağmacılara karşı koruyan klanın günümüzde ki uzantısıdır. Kökenleri kumarbazlar ve o çağların gang leri olarak nitelendirilebilecek kişilere dayandırılmaktadır. İsmini, Japoncada 8 (Ya), 9 (Ku) ve 3 (Za)rakamlarinin biraraya gelmesinden alır.Toplamda elde edilen 20 rakamı Japonya'da yaygın bir kumar olan Tehonbiki'de kaybeden rakamdır. Günümüzde Samuraylar'ın Bushido'su kadar keskin ve güçlü bir kuralla birbirlerine bağlılıklarını sürdürmektedirler. Bu kural ONUR'dur.




POLLACK & SCORSESE :
Yakuza'nın yönetmeni arayışları esnasında bu görevi ilk olarak üstlenmek isteyen kişi Martin Scorsese olmuştur. MEAN STREETS ile arka sokakların kabadayılarını ele alıp dikkatleri üzerine çeken Scorsese için bu film önemli bir sıçrama tahtası olacaktır ancak yapımcıların Sydney Pollack üzerinde karar kılması bu isteğin hiçbir zaman gerçekleşememesine yol açmıştır.


Hollywood'da filmlerin çekim aşamasında yaşanan bir diğer benzer olay olan rol değişimi Lee Marvin'den Robert Redford'a uzanan bir arayış içerisinde Robert Mitchum ile noktalanmıştır. Marvin'in yönetmen; Sydney Pollack'ın Redford saplantısı bir sonuç vermemiş ve rol Mitchum'un olmuştur.

Mitchum'un filmde 50'li yaşlarını süren bir adamı canlandırdığı göz önüne alındığında bu role Pollack'ın gözde oyuncusu Redford'dan daha çok yakıştığı kesin gözükmektedir. Öte yandan Redford'un o döneme kadar titiz bir şekilde değerlendirdiği tüm performanslarında aykırı, protest bir tavır çizen ancak özünde iyi olduğu su götürmeyen karakterlerine karşılık Mitchum'un erarengiz ve kötü-iyi adam performansına daha uygun bir seçim olduğununda altı çizilmelidir.


KILIÇ ve ONUR :
Filmin Amerika cephesinde yönetmen ve oyuncu arayışı yaşanırken, Japon cephesinde Takakura Ken'in seçiminin alternatifsiz olarak en iyisi olduğu Ken'in ilk çeyrek içerisinde ortaya çıktığı Bushido salonunda görülmektedir.

Japonya'nın Eastwood'u olarak anılan "Gülmeyen Adam" Takakura Ken o dönem de çevrilen pek çok uzak doğu filminde ki gerçek üstü karakterler içerisinde daha doğal ve gerçekçidir. Katana dövüşleri kimi zaman şok eden bir kaç ayrıntıyla (kol kesme, dikine adam biçme, kafa koparma gibi) süslenerek genelinde yavaş ve uzun tutulmuştur. Pollack'ın sinema anlayışı çerçevesinde gore olarak nitelendirilebilecek kanlı sahnelerden ziyade birer saniyelik küçük planlardan oluşan detaylar, genelinde bir melankoli üzerine kurulu olan filmin duygusal yönüne zarar vermemektedir.


Yakuza, batılılar tarafından çekilen doğu filmleri içerisinde en başarılılarından ve bu türün öncülerinden birisidir. Kimi zaman temposu yavaşlasa da Takakura'nın stili Pollack'ın güçlü sinemasıyla birleştiğinde bugün bile izlenmeye değer bir filmi sevenlerine sunmaktadır.


THE YAKUZA'nın Pollack'ın tavandan hareket eden kamera anlatımıyla sunduğu baskın sahnesine, Scorsese'in çıkış filmi TAXI DRIVER'in finalinde Travis'in Iris'i kadın satıcılarından kurtardığı sahnede tavandan hareket edip mekanı gezen kamera ile gönderme yaptığı düşünülebilir.

THE YAKUZA baskın sahnesi:



THE YAKUZA 1987 yılında Son Kahramanlar ismi ile Yeşilçam'a uyarlanmıştır. Filmin başrollerinde Cüneyt Arkın ve Aytekin Akkaya oynamaktadır.

Yazan: Gökay GELGEC - Yojimbooo

2 Aralık 2007 Pazar

Girisimci Mafia - Bölüm: 2


MAFIOSI

Mafiosi, Gioia Tauro ve Reggio Calabria’daki pek çok radyo istasyonunu mali olarak desteklemiştir. Daha önceden de, Radyo-TV istasyonlarının denetimini ele geçirmeye çalışarak özel yayıncılık yapan rakip kişiler arasında, çok sayıda saldırı ve cinayetin gerçekleştiğini gördük.Şimdi ise kendini artık küçük kent pazarlarında ya da Güney eyaletinin bir kentinde değil, filmlerdeki ve televizyondaki imajıyla tamamen uyumlu bir seyirlik olarak “Milletin gözleri” önünde sergileyen mafiosi, sivil toplum ve hukukla olan o namlı çatışmalarının kötü etkilerini azaltan belli bir çekicilik kazanmıştır.

Girişimci mafyanın yaşam tarzını betimlerken onun hala iki ayrı kültür dünyasına ait olduğu gerçeğini gözden uzak tutmamalıyız. Bölgeciliğini yitirmiş olabilir, geleneksel mafıoso’dan davranış ve tüketim bakımından farklı olabilir. Ancak içinden çıktığı kültürün değer ve kurumlarına sıkı sıkıya bağlı bir gelenekçi olarak kalmıştır.

Yerel toplumun kimi sektörleriyle çelişkilerinin artmasına rağmen kendisini,yakın aile bağlarından, klient ilişkilerinden,onurdan,araçsal dostluklardan ve üvey akrabalıklardan oluşan doğal/yerel köklerinden koparmamıştır. Gerçekten de Mafioso servet biriktirme peşinde koşarken geleneksel ilişkileri ve kurumları kendi amaçları için şiddet araçları olarak kullanarak,o kültür dünyasının bir üyesi olduğunu bir kez daha doğrulamıştır.

Girişimci mafioso’yu güçlü bir hayat ve haz duygusunu geliştirmeye yönelten neden, üstün bir gruba ait olmanın dayattığı hedeflere ulaşmaktan çok yakında öldürülebileceği korkusudur.

“Bu insanlar hayran olunacak bir canlılığa ve yaşama sevincine sahiptirler.Asla hareketsiz duramazlar,hiçbir zaman onları aylak göremezsiniz.Bir seferde birkaç işi birden yaparlar,ardından arkadaşları ile yemek yerler,sonra diğer işlerle ilgilenirler,daha sonra sevgililerinden birini ziyaret ederler.

Sonra “kontrol” altına almaları gereken bazı “durum”lar
olur.(…)

Her zaman hareket halindedirler ve saatlerce arabalarıyla yolculuk yaparlar,(…)

Daha sonra sohbet etmek için bir bara giderler.(…)

Bazı akrabaları ziyaret eder ve yine iş görüşürler.(…)

Çoğu çok eşlidir,birçok aileleri ve çok sayıda çocukları vardır.Yerler,içerler,eğlenirler,öldürürler.Her şey hummalı bir telaş içinde yapılır;asla ara verilmez,gevşeklik ve ağırlığa yer yoktur…”


Mafya içi çatışmalarda öldürülenlerin toplumsal statülerini inceleyerek,mafyanın toplumsal kompozisyonundaki bu değişikliğin doğası hakkında ilgi çekici görüntüleri elde edebiliriz

Yerli coğrafyamızda mafya konulu TV dizileri sayesinde, seyircinin tanık olduğu şiddet, işkence ve infaz şekillerinin korku ve felaket filmlerini hatırlatan kareleri, seyirciyi “kurban” ya da “katleden” ile nasıl özdeşleştirdiğini işten eve döndüğüm bir saate, bahçe duvarının üzerine oturmuş, sekiz yaşındaki bir erkek çocuğunun beyaz gömlek, siyah takım elbise giyip büyük gelen pantolonun paçalarını kıvırarak kendine uydurmaya çalıştığını, elindeki minik çakısını bir zincir arcılığı ile parmakları arsında çevirirken “Neden böyle giyindin?” soruma karşılık “Ben mafyayım,çok güçlüyüm!” yanıtı konunun etkinliğinden ve çarpıcılığından ne çok şeyin yitirilmişliğinin kanıtıydı…

Videodream

13 Kasım 2007 Salı

Girisimci Mafia - Bölüm: 1

GİRİŞİMCİ - MAFIOSO
AİLE


Girişimci-mafioso’nun kültürü ve hayat tarzı :

Geleneksel Mafioso gösterişi sevmezdi.Tüketim tarzı gibi gücü de ihtiyatlı ve vakurdu.
Az konuşmak,alçakgönüllü bir kimliğe sahip olmak,herhangi birisinin nüfus alanını fazla genişletmesinin karşısında olmak,mafyanın kamu hayatındaki görüntüsüne eğemen olan kurallardı.


Mafioso,üstünlüğünün ve ayrıcalıklılığının, boş zamana sahip olmak ve özgürce yaşamak olduğunu düşünmekteydi;


Öyle ki, geleneksel Mafioso zengin olmasa bile çalışmayan ve kimseye bağımlı olmayan bir beyefendi gibi yaşamaktaydı.Nüfusunun büyük bir çoğunluğunun her gün çalışmak zorunda olduğu bir toplumda zamanı istediği gibi kullanabilme özgürlüğü, onur ve gücün en açık ve kesin simgesidir.Özel hayatını perdeleyen gizemlilik,toplumsal çevresinin genişliği,kibar üslubu mafıoso’nun soylular dünyasına ait olduğunu bütün açıklığı ile göstermekteydi.


Mafioso,gösterişli tüketimde bulunmazdı çünkü saygınlığını kabul ettirmesi gerekmiyordu.Gösterişli tüketimi,halkın gözünde “herkez gibi biri” imajı ile karşıtlık oluşturabileceği için,amacına aykırı bulmaktaydı.


Geleneksel mafıoso,bir beyefendi olmakla birlikte,dostlarıyla içli dışlı,teklifsiz bir ilişki sürdürmekteydi;


Onur sahibi biri olarak,kendisine gereksinimi olan herkezin emrindeydi.Etki gücü ve üstünlüğü eşitçilik yaldızıyla boyanmıştı ve asla göze batan,abartılı davranışlarla ve aşırı zenginlikle ilgi çekmezdi.Akranlarıyla girdiği şiddetli çatışmalarda edindiği ve bu sayede koruduğu konumunun güvenilir olmadığını bilen geleneksel mafıoso,rakiplerinin kıskançlık duygularını tahrik edebilecek her türlü güç gösterisinden kaçınırdı.


Geleneksel kültür artık yaşamıyor ve mafıoso da çok değişti . Faaliyetlerinin ufkunu bölgesel yada ulusal toplum oluşturuyor,onuru ve gücü de genelde halkın doğrudan gözlemlediği boş zamanı değerlendirme tarzında ifadesini buluyor.Boş zamandan ziyade gösterişli tüketim,onura layık olmanın kanıtı haline gelmekte.


İletişim araçları ve refah toplumunun yatay hareketliliği mafıoso’yu şimdi,sadece gözleri ile görebilecekleri zenginliğe saygı duyabilecek olan insanların ilgisine açık hale getirdi.Dövüşerek kazanmış,yaşadığı kırsal bölgelerde ya da kasaba mahallesinde herkezin korktuğu saygı duyduğu eli sıkı bir tüketici rolünü artık sürdüremez.Eğer komik duruma düşmek,alay konusu olmak istemiyorsa zevklerini geliştirmek,daha incelikli bir üslup edinmek ve pek çok farklı dünyada kendini evinde gösterebileceğini göstermek zorundadır.

Girişimci-Mafioso,büyük bölümünü güç ve servetin gösterişli simgelerinin-lüks oteller,lüks lokantalar,her türden lüks araba-oluşturduğu özgün ve özel bir hayat tarzına sahiptir.



* 1973-74’den bu yana,önde gelen bazı mafya girişimcilerinden bazıları,korumalar ve kurşun geçirmeyen arabalar edinmeye başladılar.


* En güçlü genç mafya patronları Roma ve Milano’nun yüksek sosyetesine katıldılar.


* Roma’dayken ,hakim sınıf üyeleri ve Fransız,İtalyan yer altı dünyasının simaları ile uluslararası dolandırıcı ve spekülatörlerle tanıştıkları moda merkezlerine gidip gelir oldular.


Girişimci-Mafioso, kendisini zalim bir velinimet olarak gösterdiği düzenli röportajlar yapan, geveze biridir. İmajına özen gösterir. Gazete, gazeteci ve kitle iletişim araçları karşısında çok daha fazla güvensizlik duyar. McLuhan’ı bilmemesi onun teorik olarak "aracın kendisi mesajdır" meselesinde bilgisiz bırakabilir ancak reklamın değerini, özel radyo istasyonlarına para yatıracak kadar iyi bilir.


Gelecek Bölüm : Mafiosi


Yukarıdaki yazının bir bölümü Pino Arlacchi’nin “Mafya Ahlakı” kitabından alıntıdır.
İletişim yayınları, sayfa:138

Videodream

12 Ekim 2007 Cuma

Luca Di ANGELO - CONTRABAND 1980


CONTRABAND

"Fransız kerhaneleri gibi kokuyorsun"

Fabio Testi - Luca Di Angelo

Luca Di Angelo (Fabio Testi) ve ekibi Napoli’nin en sistemli çalışan deniz kaçakçılık şebekesinin(Contraband) atardamarıdır. Eski kuşak babaların gözetimi ve orta kuşak büyüklerinin yönetimi ile kaçak sigara sevkiyatları konusunda Sicilya’nın en büyükleridir. Mali polis ve sahil güvenliğin şebekeyi sürekli olarak takip altında tutması bile ekibin işlerinde ki başarısını engelleyemez. Kanun ve adaletin engel olamadığı bu yapılanma Napoli’nin sosyal yaşamı içerisinde ki para aklama yöntemlerini de keşfetmekte gecikmez. At yarışlarından gece kulübü işletmeciliğine pek çok yasal iş, şebekenin akladığı para ile sürmektedir.

Sigara konusunda uzmanlaşan şebekenin güvenlik güçleriyle deşifre edilemeyen ilişkileri denizin karşı kıyısından gelen bir haberle ortaya dökülür. Fransız sadist uyuşturucu baronu “Marsigliesi”(Marcel Bozuffi) şebekenin çalışma sistemi ve hattını uyuşturucu sevkiyatı için kullanmaya karar vermiştir. Bu cazip teklif için avans olarak Luca’nın kardeşini öldürür ve sahibi oldukları harayı yakar. Suikastın hemen ardından Napoli’de yeni bir gün doğarken Contraband tüm orta yaş ve genç kadrosunu kaybeder.


Bir yandan polis ve sahil güvenlikle kaç kovala oynayan Luca diğer tarafta kaçırılan ailesi ve öldürülen tüm yol arkadaşlarına karşı Fransızlarla yalnız bir savaşı sürdürmek zorundadır. Yüzyüze hesaplaşma günü geldiğinde Napoli’nin asıl sahipleri ortaya çıkarlar.

Contraband’ın en seçkin üyeleri olan yaşlı kuşak babalar…


Plastik cesetler:
Yaşadığınız şehrin sokaklarını sakince dolaşıken dikkatinizi çeken bir insanı düşünün. Kimi zaman güzeller güzeli bir bayan, kimi zaman da kolayca ayırt edilebilecek kadar düzgün fizikli bir erkek. Bu çok kısa zaman diliminde hafızanıza kazıdığınız bu insanın her şeyden önce yüzüyle hayalinize konuk olduğunu görecekseniz. Hayallerinizin bu seçkin konuğunun yüzünün tamamıyla paramparça oluşuna şahit olsaydınız ne düşünürdünüz?

Geri dönüşü mümkün olmayan şokların unutulma eğiliminde ki yaşanmış kabuslarınız olmasını mı yoksa sadece birer film karesi olarak kalmasını mı istersiniz? Eğer cevabınız ikinci seçenek ise “Maestro” Lucio Fulci’nin sinemasına hoş geldiniz.

Korku ile gerilimin arasında ki farkı öğrenebileceğiniz bu benzersiz akademinin başrolündekiler ölümleri özenle tasavvur edilip sadistçe parçalanan insanlardır. Fulci filmleri özel efekt teknolojisinin günümüz standartlarında olduğu bir döneme denk gelselerdi bu insanların plastik cesetlerinden daha fazlasını görme ayrıcalığımız olacaktı. Bu ayrıcalığa sahip olsaydık gerçek bu denli bir şiddeti ne kadar kaldırabilirdi?

Dinamik Katliamlar :
Bir buçuk saati aşan bu kan banyosu, Fabio Frizzi’nin benzerleri porno filmlerde bulunabilecek bir temayla 80’li yılların dinamizmini müjdeleyen müziklerinden, Fulci’nin kan ve şiddet gördükçe coşan kamerasına doyumsuz bir seyir keyfini sunuyor. Üstelik Fulci’nin sinemasını yakından tanıyan ve seven izleyiciler için stres ve yavaş anlatım birlikteliğini çok kısa bir zaman diliminde tutup, filmin ilk çeyreği dolmadan gangsterler savaşının ortasına intihar dalışı yaparak sadizm, gore ve maestronun fikirleri olduğu aşikar öldürme stillerini bekleyen izleyicileri bir an önce emellerine kavuşturuyor. Bu elbette ki suç sineması kadar korkudan da hoşlanan bir izleyicinin gözünden yapılan bir değerlendirme.




Oyunculuk konusunu incelemek gerektiğinde Sinematik Spaghetti’de Kıyamete Yolculuk kapsamında ele aldığımız Four Of The Apocalypse’nin acıların çocuğu Fabio Testi, Fulci’nin oltasına bir kez daha yakalanarak masumane yüz ifadesi ile kaçakçı Luca rolünde karşımıza çıkıyor. Karşısında ki kötü ise French Connection’un sadist sniper’i Marcel Bozzuffi. Sinema tarihinin en önemli katillerinden biri olmaya aday bu Fransızın CONTRABAND’ın senaryosu içerisinde ne denli isabetli bir seçimle yer aldığı ise tartışmasız bir gerçek.


18 Yaş :

CONTRABAND, PG standartları ve beraberinde gelen yaş kısıtlamaları ile her sinema eserine uygulanan tuhaf yaptırımlar içerisinde değerlendirildiğinde 18 yaş ve üstü uyarısını fazlasıyla hak ediyor. Surat yakma, makineli tüfekle kafa parçalama, gırtlağa namlu sokma akla gelebilecek ilk örnekler.

B tipi bir filmin kendi olanakları içerisinde birinci sınıf bir mafya filminde benzerlerine rastlayamayacağınız şiddet, işkence, infaz sahneleri için tavsiye edilebilir. Maestro Fulci’ye kendi uzmanlığını iyi yedirdiği bir klasik için teşekkür ederken kafamda son dakika da şekillenen bir sorunun cevabını almayı arzu ederdim;

“Acaba Godfather’i çeken insan Coppola değil de Fulci olsaydı izleyiciyi neler beklerdi?”


CONTRABAND infaz Videosu :



Yazan : Gökay GELGEC - Yojimbooo

25 Eylül 2007 Salı

Mike TORELLO - CRIME STORY 1986


CRIME STORY

1980'li yılları yaşayanlar için Don Johson'lu MIAMI VICE akılların bir köşesine kazınan vazgeçilmez bir devirdir. Hayatları ikilemler içinde gelip giden mutsuz polisler ve suçluların güneş ve kanla yıkanmış Miami'nin örgütlü suç dünyasında ki tuhaf serüvenleri, yaşam tarzları televizyon ekranından çıkıp hayatın bir parçası olarak izleyicilerde yer etmiştir.

Elbette ki bu yer edinme günümüzde eğitim gibi birincil önceliklerin eksikliğinden ötürü kafa kesme+ insan öldürme=vatanını sevme(?) gibi toplumsal cinnete yakıştırılan gülünç başlıklar altında olmamıştır. Versace gömlekler, Timberland ayakkabılar, Keten takım elbiseler ulaşılabilir nesneler olarak modaya yön vermiş öte yandan Ferrari, Lamborghini gibi uç noktalarda ki spor arabalara sahip olup bir teknede hayatını sürdürmek ise genellikle iç geçirten bir merhale olarak akılların gizemlerine kazınmıştır.



Michael Mann efsanevi televizyon serisinin ardından organize suç konusunda daha derli toplu bir konsept içerisinde ve daha kişisel bir anlayışla ele aldığı CRIME STORY'i yaratmıştır. 1980'lerin 90'lı yıllara kavuştuğu dönemde televizyonlarımıza konuk olan bu dizi hiçbir zaman MIAMI VICE gibi bir fenomen halini almasada organize suça yaklaşımı ve birbirini takip eden olaylar zinciriyle iki sezon boyunca meraklısı için daha gang bir alternatifi sunmuştur.

1963 yılının Chicagosunda bağımsız soyguncu Ray Luca'nın(Anthony John Denison) yükseliş hikayesi, Amerikada organize suçun ikinci dünya savaşı sonrasında ki yükselişinin; Chicago sokaklarından Las Vegas'a uzanan bir suç imparatorluğu ve imparatorluğu çökertmeye kararlı sert polis Mike Torello'nun(Dennis Farina) hikayesidir.



CRIME STORY, Miami Vice'nin aksiyon anlayışı ile Mann in kendine has karakter anlatımı, başarılı müzikleri ve ışık kullanımıyla 1980'lerin gözünden 1960'lara dair güzel bir karışımdır.

Michael Mann'in yıllar sonra THE HEAT ile tüm dünyaya kendini kabul ettirdiği "insan" gangsterler ve "insan" polisler yaklaşımının köklerinin dayandığı bu güzel yapımın nostaljisini yapmak isteyen, Runaway parçasını duyup gülümseyen okurlarımıza;




Yazan : Gökay GELGEC - Yojimbooo

19 Eylül 2007 Çarşamba

GET CARTER - 1971


GET CARTER

"İriyarısın ama kofsun, oysa ki bu benim mesleğim"

Michael Caine - Jack Carter


Jack Carter (Michael Caine) Londra yeraltı dünyasının bir numaralı katilidir. İnfaz konusunda ki yeteneği onu baba Cliff Brumby’nin sağ kolu yapmıştır. Carter sadece babanın en yakınında ki adam olmakla kalmayıp babanın kadını ile de ilişkini sürdürmektedir.

Ülkenin kuzeyinden gelen bir haber her şeyin seyrini değiştirir. Carter’in kardeşi Frank şüpheli bir trafik kazasında ölmüştür. Babanın tüm itirazlarına karşın Carter, New Castle’ye doğru hareket eden trende yerini alır.


Londra’nın bir numaralı adamının New Castle’ye gelişi yerel gangsterlerin isteyeceği son şeydir. İstenmeyen adamı şehirdedir ve polisin soruşturmadığı, gangsterlerin uzak durduğu bir ölüm olayını çözmeye kararlıdır.

Ailesinin kötü adamı olduğuna inanan Carter, araştırmayı sürdükçe çevresinde ki herkesin kendisinden daha az kötü olmadığını anlar. Kötülerle diyalog kurabilecek yöntemlere ise fazlasıyla sahiptir.


İngiliz Raconu :


Tarihin dondurulmuş bir parçası içerisinden gelen bu film türün meraklısı her insan tarafından kolayca kaldırılamayabilir. İtalyan veya Fransız usulü bir gangster filmi sevdalısı için Get Carter, işleyişi açısından son derece durgundur. Ana fikir herhangi bir gangster filminde rastlanabilecek türden olmasına karşın sadece bir tek Get Carter vardır.


Get Carter’i bir klasik haline getiren özelliği ise metotlarından kaynaklanmaktadır. Yönetmen dokunuşları olarak akılda kalan detaylardan ziyade İngiltere’ye has insan profilleri, 1970’ler İngiltere sinin sosyal yaşamı ve oyuncuların mükemmel performansları metotların parçalarını oluşturur.

Kasvetli bir ülkenin kara film anlayışı başarılı bir yapıma imzasını atar. Kötüler Güney Avrupa’da ki meslektaşlarına göre tamamen duygusuzdur. Kadın seçimi konusunda ise dünyada ki diğer ülkelere göre daha başarılı olan Avrupa’nın, içerisinde erotizm veya hayallerin yücelttiği kadın tiplemelerini barındırmayan bir örneğidir. Kadınlar tamamen seksi davet eden ve erotizmden öte pornoya göz kırpan karakterlerin temsilcileridir.


1960’lı yıllarda kaynayan bir kazana dönüşen İngiliz müzik piyasasında dünyanın gelecek yıllarına damgasını vuracak tarzların tohumları atılmaktadır. 1968’in ardından Rock müzik ve alt kolları tüm dünyayı kuşatırken kimi yerde Psychedelic, kimi yerde Progresif anlayışlarla milyonları sürüklemeye başlar. Bu değişim sürerken İngiltere’nin piyano dehalarından sayılan genç besteci Roy Budd kendi müzikal birikimlerini senfonik müzik ve günden güne hayranı olduğu Blues ile harmanlamaktadır. Müzik piyasasında ki değişim Budd’un stilini etkilemekte gecikmez ve film müzikleri bestecisi olarak ilk ses getiren albümünü de Get Carter ile gerçekleştirir. Get Carter’in müzikleri Souldan Funk’a; Rock’tan elektronik müziğin kökleri olarak sayılabilecek bir anlayışa türlü tatları içeren hoş bir dinlencedir.


Get Carter before Carter Gets You! :

Michael Caine’in alternatifsiz bir şekilde fazlasıyla yakıştığı karakter İngiliz usulü soğukkanlı bir maçonun temsilidir. Kendi yarattığı dünyanın tek insanıdır, kadınları döver, günün bir parçası olarak sürekli seks yapar, soğukkanlılıkla öldürür, sistemli şekilde infazlar gerçekleştirir. Bu stildeki bir görev adamının kendi coğrafyası dışında alternatifini bulabilmek nerdeyse imkansızdır. Çünkü karakter her şeyiyle bir İngiliz kıyıcısıdır. Yıllar sonra Amerika tarafından tekrar uyarlanan ikinci Get Carter, bu coğrafya tutarsızlığı sebebiyle başarısızlığa uğramıştır.



Tarihi filmlerle süregelen bir kariyer içerisinde sevimli ve itaatkar İngiliz subaylığından, başına buyruk katilliğe geçiş Michael Caine’in oyunculuk serüveninde de bir dönüm noktası olmuştur. Savaştan, gerilime, epiklerden, komediye her ipin usta cambazı olan Caine için İngilizler tarafından yapılan tanım ise;

“Caine is Carter”



Bu slogan günümüzde de eskimiş gibi gözükmüyor. Caine kendi stili içerisinde Charles Bronson’un İngiltere şubesi olarak VIGILANTE tanımına yakışan tek isim.

Get Carter Amerika Fragmanı :


Yazan: Gökay GELGEC - Yojimbooo

15 Eylül 2007 Cumartesi

Steve WALLACE - THE MASTER TOUCH 1973


THE MASTER TOUCH

“Asla açgözlü olma ve asla seni yetiştireni çiğneme”

Kirk Douglas - Steve Wallace


Steve Wallace (Kirk Douglas) emekliliği yaklaşmakta olan mesleğinin uzmanı bir hırsızdır. Yaptığı her büyük işin ardından ufak ve aklanması kolay suçlarla kendini yem olarak göstererek polis takibinden sıyrılmayı başarmaktadır.

Yasalar önünde basit bir suçlu olarak gözüken bu gizemli adam, Hamburg yeraltı dünyasının dikkatini çekmekte gecikmez. Şehrin patronu Müller (Wolfgang Preiss) gözünü Almanya’nın en büyük sigorta şirketinin ana kasasına dikmiştir. İnsan nefesine dahi duyarlı elektronik sistemlerle korunan bu ortama girebilecek tek uzman Wallace’dir. İşin ucunda milyonlarca marklık ganimet vardır.



Wallace kadınının tüm kaygılarına rağmen bu son büyük işi kabul eder. Şehirde kamp kuran İtalyan sirkinin genç trapezcisi Marco(Giuliano Gemma) bu işte ki yardımcısıdır.


Elektronik ortamların pasifize edilmesi için gerekli plan ve beyin Wallace, işin hareket ve yumruk bölümü ise Marco’ya aittir.

Wallace bir yandan halefine işin uzmanlıklarını öğretirken öte yandan çiğnememesi gereken altın kuralları öğütler;




Altın kural “Açgözlü olmamaktır.”

Marco ise ufak işlerle yükselmektense ilk işinde büyük vurgunu kazanmanın peşindedir. İtaatsizlik, Hamburg sokaklarında polisin uzmanları, uzmanların çömezlerini kovaladığı bir sarmalı tetikleyecektir.

CEVHERLER:


Sinemanın farklı türlerine meraklı olan izleyiciler, zevk aldıkları türlere ilişkin karanlık köşelerde kalmış cevherleri keşfetmekten hoşlanırlar. Bu tip eserler ilgili olan tarzın tüm klişelerini barındırmakla beraber kendilerine has seçici noktaları da izleyicilerine sunarlar.


Michele Lupo,film boyunca İtalyan anlayışı çerçevesinde şekillenen bir suç hikayesini, tarzın Amerikan, Fransız ve İngiliz ürünlerine yerinde göndermelerle izlenilebilir kılmaktadır. Ana karakter bir İngiliz gangsterinin soğukkanlılığını taşımakta, soygun usülü açısından Amerikan meslektaşlarına göz kırpmakta ve aksiyonda ki abartmalar Fransız – İtalyan anlayışının bir harmanını sunmaktadır.
Tüm bu paralellikler Hamburg’un seçimiyle yepyeni bir potada erimektedir.



PSYCHEDELIC ŞEHİR:
Hamburg, kasvetli havası ve 1970’li yılların modernleşme hamlesi içerisinde geleceğin şehri görüntüsüyle gayet başarılı bir seçimdir. Elektroniğin gelişmesiyle beraber modernleşen ama kendi içinde tamamen mekanik ve yalnız bir şehirdir. Yalnız insanların şehri, İtalyan usulü abartılı bir kovalama sahnesiyle canlanmaktadır. Tarzının garantili tüm öğelerini içine yediren bu film diğer yandan Kirk Douglas’ın karakter değişimiyle şehrin metro, liman ve dok görüntüleri eşliğinde 1970’lerin psikolojik izler bırakan filmlerinin detaycılığını da barındırmaktadır.

Psikolojik izler bırakma konusunda mekan ve karakter uyumluluğu kadar Ennio Morricone’nin film için bestelediği enfes temalar da son derece önemlidir. Morricone’nin zamanının ötesinde tatlar içeren psychedelic jazz yaklaşımı Hamburg ve Douglas birlikteliğinin en lezzetli baharatını oluşturmaktadır. Müzik konusunda bir diğer hoş detayda soygun esnasında frekans kilitleyici vazifesi gören ses kayıtlarının Mozart bestelerinden oluşmasıdır.

Çift Kişilik :

Kirk Douglas filmin son çeyreğine kadar bir İngiliz soğukkanlılığıyla canlandırdığı kendine güven sembolü karakterini, ihanet ve yıkımın ardından gelen avcılığa geçişte yepyeni bir karaktere taşımaktadır. Öyle ki film boyunca gülümseyip her şeyi planlayarak hareket eden bu prensip adamı, son noktada her şeyi kendi kanunlarıyla çözen yalnız bir infazcıya dönüşmektedir. Giuliano Gemma, spaghetti westernlerle kanıtladığı akrobatik yeteneklerini Müllerin korumalarıyla yaptığı kavga ve kovalama sahnelerinde tüm zenginliğiyle sergilemektedir.

Master Touch soygun ve suç filmlerine karanlık köşelerde kalmış usta işi bir dokunuştur.


Master Touch takip sahnesi:


Yazan: Gökay GELGEC - Yojimbooo